Tiyatro Zamanı yazarlarından Qelender Memmedli, bu sezon izlediği oyunları ve yorumlarını siz Tiyatro Zamanı takipçileri ile paylaşmaya devam ediyor. Yazarımız bu incelemesinde sizlerle "Tehlikeli Oyunlar" oyununu paylaşıyor olacak.

Şuna bütün kalbimle inanarak diyorum ki, Oğuz Atay`ın Türkiyenin 100 yılına damga vuran bir yazardır. “Tutunamayanlar”ı, “Tehlikeli Oyunlar”ı ve “Bir Bilim Adamının Romanı”, “Korkuyu Beklerken” kitaplarını okudukça, bir insanın kısacık bir ömre neler sığdırdığını düşünmeden edemiyorsun. Oğuz Atay hayatımızdaki küçük, önemsemediğimiz fakat bizde büyük değişimlere sebep olan o anları bulup ortaya çıkaran, büyüteç tutarak bu anları daha da yaklaştıran ve gözler önüne seren bir dehadır. Üstadın maharetini değerlendirmek üzerime vazife olmadığından, hatırasına saygı duruşu olarak yaptığım girişten sonra oyunumuza gelebiliriz.
“Tehlikeli Oyunlar” İstanbula geldiğim ilk günden beri gitmeyi çok isteyip de bir türlü gidemediğim bir oyundu. Elime gelen fırsat ise bir şekilde aksaklıklar dolayısıyla ertelenmiş ve gitmekten vaz geçmiştim.
İtiraf ediyorum. Biraz korkuyordum.
“Tek kişilik bir oyun sonuçta. Ya beklediğim gibi olmazsa? Ya düşündüğüm gibi gitmezse işler? Ya kafamdaki “Tehlikeli Oyunlar” ve Hikmet Benol zarar görürse?” düşünceleri üşüşmüştü kafama.
Sonra Tiyatro Zamanı'nda işe başladım ve görev icabı gitmem gerekiyordu. Fatih Pınarbaşı ile birlikde oyuna doğru yol almaya başladık.
Heyecanlıydım.
Erdem Şenocak sahneye çıktı. Seyirciyi selamladı...
“Tek kişilik oyun!” ifadesinin ne kadar yersiz olduğunu dakikalar ilerledikçe anladım.
Erdem Şenocak oyunculuğuyla öyle bir gösteri sergiledi ki, adeta büyülenmiştik. Oyunu canlandırdıkça, Erdem Şenocak`ın ustalığını, büyüklüğünü izliyorduk adeta. Bir an Hikmet Benol kafamın içinden çıkıp da 2 adım ötemde duruyordu sanki. Maharetin kemiyyette olmadığını, kalitenin bambaşka bir mefhum olduğunu çok zevkli bir şekilde öğrenmiştim.
Hikmet Benol, Erdem bey sayesinde, romanın içinden fırlamış, Oğuz Atay`ın beyninde dolaştıktan sonra karşımıza dikilmişti. Oyundaki sahneler, hareketler de çok zorlayıcı ve yorucu idi, fakat gerçek sanatçının zanaati ile bunlar hepsi bir tüy kadar hafif gelmeye başladı.
“Seyyar Sahne” ekip olarak seyirciyi bir kere daha mest etmeyi başarmıştı. Tamı tamına 8 aylık bir çalışmanın ardından ortaya çıkan, zahmetin ve emeğin meyvesini toplamışlardı. Oyun o kadar güzel oynandı ki, insan vaktin nasıl geçtiğini anlayamıyor ve inanın bana, eğer ki, kelimeler bazı anlamlara gelseydi, daha da güzel övgülerle aktarmak isterdim bütün izleyenlere.
Herkesin aklında tek bir soru vardı:
Salıncaklar kimin fikriydi?
Romanı okuyanlar bilir. Kitapta ne Hikmetin giyiminden bahsedilmiyor, ne de evin gerçekteki görüntüsünden. Yani, Hikmeti oynamak kadar zor durumlardan birisi de, sahnenin konseptini ayarlamaktır. Hikmetin giyimi olsun, sahnenin kurgusu olsun ve sahnenin olmazsa olmazı salıncakları düşünmek ne kadar zor siz düşünün.
Bunları düşünen ve kurgulayan sahnenin arkasındaki, gizli kahraman Celal Mordenizdir. Bir tiyatro oyunun gerçekçiliğini bu kadar yüreğimizde hissettirdiği ve bizi inandırdığı için ayrıca teşekkür ederim.
Oyun esnasında, ilgimi çeken bir diğer husus da, arka planda oyundaki diyalogların ingilizce çevrilmiş halinin de yayınlandığı bir ekranın yerleştirilmiş olmasıydı. Çok güzel bir düşünce ve bunun yaygınlaşmasını temenni ederim...
Kitaptan bir alıntı yaparak, sizi oyunla baş başa bırakıyorum:
Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size, nasıl kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan, Bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor.
Oğuz Atay

Şuna bütün kalbimle inanarak diyorum ki, Oğuz Atay`ın Türkiyenin 100 yılına damga vuran bir yazardır. “Tutunamayanlar”ı, “Tehlikeli Oyunlar”ı ve “Bir Bilim Adamının Romanı”, “Korkuyu Beklerken” kitaplarını okudukça, bir insanın kısacık bir ömre neler sığdırdığını düşünmeden edemiyorsun. Oğuz Atay hayatımızdaki küçük, önemsemediğimiz fakat bizde büyük değişimlere sebep olan o anları bulup ortaya çıkaran, büyüteç tutarak bu anları daha da yaklaştıran ve gözler önüne seren bir dehadır. Üstadın maharetini değerlendirmek üzerime vazife olmadığından, hatırasına saygı duruşu olarak yaptığım girişten sonra oyunumuza gelebiliriz.
“Tehlikeli Oyunlar” İstanbula geldiğim ilk günden beri gitmeyi çok isteyip de bir türlü gidemediğim bir oyundu. Elime gelen fırsat ise bir şekilde aksaklıklar dolayısıyla ertelenmiş ve gitmekten vaz geçmiştim.
İtiraf ediyorum. Biraz korkuyordum.
“Tek kişilik bir oyun sonuçta. Ya beklediğim gibi olmazsa? Ya düşündüğüm gibi gitmezse işler? Ya kafamdaki “Tehlikeli Oyunlar” ve Hikmet Benol zarar görürse?” düşünceleri üşüşmüştü kafama.
Sonra Tiyatro Zamanı'nda işe başladım ve görev icabı gitmem gerekiyordu. Fatih Pınarbaşı ile birlikde oyuna doğru yol almaya başladık.
Heyecanlıydım.
Erdem Şenocak sahneye çıktı. Seyirciyi selamladı...
“Tek kişilik oyun!” ifadesinin ne kadar yersiz olduğunu dakikalar ilerledikçe anladım.
Erdem Şenocak oyunculuğuyla öyle bir gösteri sergiledi ki, adeta büyülenmiştik. Oyunu canlandırdıkça, Erdem Şenocak`ın ustalığını, büyüklüğünü izliyorduk adeta. Bir an Hikmet Benol kafamın içinden çıkıp da 2 adım ötemde duruyordu sanki. Maharetin kemiyyette olmadığını, kalitenin bambaşka bir mefhum olduğunu çok zevkli bir şekilde öğrenmiştim.
Hikmet Benol, Erdem bey sayesinde, romanın içinden fırlamış, Oğuz Atay`ın beyninde dolaştıktan sonra karşımıza dikilmişti. Oyundaki sahneler, hareketler de çok zorlayıcı ve yorucu idi, fakat gerçek sanatçının zanaati ile bunlar hepsi bir tüy kadar hafif gelmeye başladı.
“Seyyar Sahne” ekip olarak seyirciyi bir kere daha mest etmeyi başarmıştı. Tamı tamına 8 aylık bir çalışmanın ardından ortaya çıkan, zahmetin ve emeğin meyvesini toplamışlardı. Oyun o kadar güzel oynandı ki, insan vaktin nasıl geçtiğini anlayamıyor ve inanın bana, eğer ki, kelimeler bazı anlamlara gelseydi, daha da güzel övgülerle aktarmak isterdim bütün izleyenlere.
Herkesin aklında tek bir soru vardı:
Salıncaklar kimin fikriydi?
Bunları düşünen ve kurgulayan sahnenin arkasındaki, gizli kahraman Celal Mordenizdir. Bir tiyatro oyunun gerçekçiliğini bu kadar yüreğimizde hissettirdiği ve bizi inandırdığı için ayrıca teşekkür ederim.
Oyun esnasında, ilgimi çeken bir diğer husus da, arka planda oyundaki diyalogların ingilizce çevrilmiş halinin de yayınlandığı bir ekranın yerleştirilmiş olmasıydı. Çok güzel bir düşünce ve bunun yaygınlaşmasını temenni ederim...
Kitaptan bir alıntı yaparak, sizi oyunla baş başa bırakıyorum:
Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size, nasıl kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan, Bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor.
Oğuz Atay

Qelender Memmedli - @Qelender_M
0 yorum:
Yorum Gönder